Translate

18 Kas 2015

Herhangi bir olay veya söze karşı fikir serdederken önce onu anlamak, altında yatan sebepleri düşünerek analiz etmek, sonra cevap bulmak gerekir. Toplumumuzda ise sübjektif olarak beğenilmeyen davranışlar hiç yorumlanmadan telin edilir veya küfürle geçiştirilir. Halbuki çözüm yorumlamada yatar.
Osmanlı imparatorluğu milletler değil AHALİ olarak isimlendirilen halklar topluluğu idi. Yönetimin tüm varlığın sahibi, kişilerin de kul olması birleştirici unsurdu. Ne zamanki Avrupa ve Balkanlarda milli cereyanlar ortaya çıktı ve kullar fert olmaya başladılar, genetik, folklorik ve inanç farklılıkları ayrımcılığı başlattı, milli devletler ortaya çıkıp imparatorluğu terkettiler. Henüz türk kavramı gelişmediği için geriye kalanlar, çoğunluğu islam olmak üzere dinlerine göre ayrıştılar. Gayri müslimlere Ekalliyet (Azınlıklar) denildi. Bu unsurlar çoğunluğu rum, ermeni ve yahudi olmak üzere, süryani, maruni, hristiyan araplardı. Laz, arnavut, çerkez, abaza,acem, kürt gibi unsurlar ise müslüman oldukları için dışlanmamışlardı. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Kul yerini kesin Fert’e bıraktı. Birleştirici unsur ise “TC nüfus kağıdına sahip” herkes olarak ilan edildi. Burada folklorik ve dini farklılıklar sarfı nazar edildi. Fakat devletin ismi Türkiye olarak seçilirken halkın çoğunluğunun dili ve genetik kökeni ön planda gözetildi. Her ne kadar halkın ismi türk olsa da dil ve genetiği farklı olanlar hem toplum hem de devlet nazarında dışlandılar. Zamanla islami inancın da osmanlı döneminde olduğu gibi baskın unsur haline gelmesiyle gayri müslimler yine ekalliyet safına itildiler. Bunlara türkçeden gayri ana dil konuşanlar da eklendi. Böylece “hain rum, afedersiniz ermeni, yahudi vatandaş, dağ türkü” gibi terimler türkçeye girdiler. Bunun öncesinde zaten varlık vergisi, devlet memuru olamama, askerliği er olarak yapma, mübadele gibi eylemlerle devlet bu ayrımcılığı başlatmış, bazı gayri müslimler de kendi istekleri ile yurt dışına yerleşmişlerdi. Şu anda, Kanada veya Fransa’da yaşayan bir türk ermenisi, Yunanistan’daki türk rumu ve hatta Türkiye’deki Batı Trakyalı türkten daha yalnız kişi yoktur dünyada.
Halbuki Anadolu (Anatolie) roma (rum, latin) istilasından sonra RUM ELİ olarak isimlendirilmişti. Mevlana Celaleddin onun için RUMİ olarak anılır. Anadolu bir yolgeçen hanıdır. Otantik halkı grek kökenli iken birsürü işgale uğramış ve göçler almıştır. En son gelenler türki kavimler olmuştur. Türkiye halkının genetiği en fazla etrüsk ve italyanlara yakındır. Milli dediğimiz yemek ve müziğimiz rum ve ermenilerle aynıdır. Anadolu halkı bir melez iken bazıları din ve dil farklılıkları ile kendi içlerinde evlenmeleri sonucu ayrık kalmışlardır. Bugünki yaşam biçimimiz her ne kadar araplaştırılmaya çalışılıyorsa da, moğol, uygur, kazak ve özbeklerden ziyade italyan, yunan, ermeni biçimiyle uyumludur.
Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak “safkan türk” ü nasıl tarif edebiliriz ki buna uymayanları dışlayalım?
Herhangi bir toplum saflaştıkça kendi içindeki zayıf bir grubu ayrıştırır. Böylece kuvvetliler her zaman alt edebilecekleri küçük ve zayıf grup üzerinden kendi egemenlik ve zaferlerini ilan ederler. Bugün Türkiye’de kürtler ve kadınlarda müşahede ettiğim ayrımcılıkta (negatif veya pozitif) ben bu unsuru sebep olarak görüyorum. Kürtlerde gördüğümüz karşı duruşu yakında kadınlarda da göreceğiz.
İşte hem kürt hem kadın olan Leyla Zana’nın yemini sonrası bunları düşündüm.

Sinan Onsun   18.11.2015